Ünlü düşünür Umberto Eco’nun, “Eğer on bin kişiyi kendi planladığım bir mahalleye yerleştirirsem, bu on bin kişinin davranışlarını etkilemiş olurum. Üstelik bu etki onlara vereceğim ‘Oturun!’ şeklindeki sözlü buyruktan daha güçlü olur” tespiti egosantrik bir yorum değildir elbet. Buna ilişkin Eco mimarlığın kitleye yönelik iletilerin özelliklerine ait tespitlerini şu şekilde sıralar.
Mimarlığın dili ikna edicidir.
Mimarlığın dili çocuklara ve gençlere yönelik olan psikoterapi gibidir.
Mimarlığın dili bilince ulaşmadan, dikkati çekmeden alımlanır.
Mimarlığın iletisi yanlış gösterimlerle dolu olabilir, üstelik tüketici bunları algıladığını sanırken aslında ihanet içindedir.
Mimari enformasyon had safhada bir zorlayıcılıkla (böyle bir yerde bu şekilde yaşamalısın), had safhada bir sorumsuzluk (bu formu istediğin gibi kullanabilirsin) arasında gidip gelmektedir.
Mimarlık tüketim toplumunun dünyasına aittir; pazarın beklentilerine başka sanatsal eylemlere oranla daha fazla bağımlıdır.
Bu durumda “Mimari, beyni viran da eder imar da eder” diyebiliriz. Mimarlığın salt yapısal bir argümanla sınırlandırılamaz. Mimarlık disiplininden ruhu sıyırdığımızda toplumda apatizmin yaygınlaşmasına neden oluruz. Çünkü mimarinin yapısal, kavramsal anlamı beynin yapısal ve kavramsal yönleriyle etkileşim halindedir. Bu etkileşim olmadığında, bireyin veya toplumun -psikolojik, sosyal yapısının dikkate almayan uyaranların varlığında- duyarsızlaşma, toplumsal yozlaşma veya anomi ile karşı karşıya kalması muhtemeldir.
Yorumlar