Hz. israfil sura ikinci defa üfleyince bütün ölüler yerden ot bitercesine dirilecekler. Buna "Ba's ba'de'l-mevt" yani ölümden sonra dirilme veya "haşir" yani toplanma adı verilir. Dirilen ve yeniden hayata kavuşan insanlar mahşer veya arasât denilen bir yerde toplanacak, dünyada iken yaptıklarının hesabını vermek üzere "Mahkeme-i Kübrâ" (büyük mahkeme) da Ahkemü'l-hâkimin" (en âdil hâkim) olan ulu Allah'ın yüce huzuruna çıkacaklardır. Burada yapılacak ve görülecek işler şunlardır:
Önce herkese, dünyada iken yaptığı her şeyin en küçük ayrıntısına kadar yazılı olduğu bir defter verilir. Amel defteri denilen bu defter cennetliklere sağ taraftan, cehennemliklere sol taraftan verilir. Defteri sağ taraftan verilen ve "ashab-ı yemin" denilenler gittikçe düzlüğe çıkar ve rahata kavuşurken, defteri sol taraftan verilen ve "ashab-ı şimal" denilenler gittikçe daha da batar ve anbean ağırlaşan sıkıntılara duçar olurlar.
Amel defterlerini ellerine alanlar, hesap vermek üzere yakıcı ve kavurucu bir sıcak altında ve kan ter içinde sıralarını beklemeye başlarlar. Bu bekleyişe "vakfe" denir.
Defteri sağ tarafından verilenler Livâü'l-hamd denilen serin bir gölgeliğe alınır, Havz ve Kevser denilen sebillerden susuzluklarını gidermek için kana kana içerler.
Sırası gelen hesap vermek üzere ilâhî huzura çıkarılır. Dünyada iken kazanmış olduğu sevap ve günahlar burada kurulan ve mîzân denilen hassas bir terazide tartılır. Terazi hassas, mahkeme âdildir. Kimseye zerre kadar haksızlık yapılmaz. Zerre kadar iyilik yapan da kötülük yapan da karşılığını görür. Kimsenin hakkı kimsede bırakılmaz.
Terazinin sevap kefesi ağır basanlar veya Allah'ın affına uğrayan veya Peygamber'in şefaatine nail olanlar kurtuluş yönünde mesafe almaya devam ederler. Terazinin günah kefesi ağır basanlar bir kere daha hüsrana uğrar ve yıkılırlar.
Bazı kimseler, Hz. Peygamber'in aracı olması sayesinde azaptan kurtulurlar. Hz. Peygamber'in bu şekilde aracılığına "şefaat" denir. Umumiyetle sünnete sahip çıkan ve hadislere uyan kimselere Hz. Peygamber, Allanın izin vermesinden sonra şefaatte bulunur ve onun şefaatiyle azaptan kurtulmak ve cennete girmek mümkün olur.
Mahşerde Cenab-ı Hakk'tan ilk önce şefaat yetkisi alacak ve en evvel başkalarına şefaatte bulunacak olan Hz. Peygamber'dir. Herkesin "nefsî, nefsî!" deyip önce kendi kurtuluşunu düşündüğü kıyametin dehşetli anlarında Allah Resulü "ümmeti, ümmeti" deyip önce ümmetinin kurtuluşunu dileyecek ve bunun için izzet ve celâl sahibi Allah'a niyazda bulunacaktır. Hz. Peygamber çok sevdiği âsi ve günahkâr ümmetinin kurtulması için cansiperane çabalayacaktır.
Şefaat-ı Uzmâ: Hz. Peygamber sadece kendi ümmetine değil, bütün insanlığa şefaatçi olacaktır. Onun bu umumî şefaatine "şefaat-i kübra" (büyük şefaat) denir. Hz. Peygamber'in yüksek seviyedeki bu umumi şefaatine "makâm-ı Mahmud" (şanlı şerefli mevki) adı verilir.
Cehennem üzerinde kurulan köprüye sırat köprüsü ismi verilir. Bu köprüden herkes geçecektir. Fakat defteri sağ taraftan verilen ve terazinin sevap kefesi ağır basanlar, köprüden şimşek gibi geçerler. Defteri sol taraftan verilen ve terazinin günah kefesi ağır basanlar bu köprüden geçmek için çabalarken cehenneme yuvarlanırlar.
Cehennem: inkarcılarla aftan ve şefaatten yararlanamayan günahkâr Müslümanlar sırat köprüsünden geçmeye uğraşırken cehenneme düşerler. Cehennem yedi kattır. Bu katlardaki azabın şiddeti birbirinden farklıdır.
İmanı olduğu halde günahı yüzünden cehenneme giren Müslümanlar günahları kadar azap gördükten sonra cehennemden çıkar ve cennete girerler.
Cennet: Sırat köprüsünden geçmeyi başaran veya günahları kadar azap gördükten sonra cehennemden çıkanlar cennete girerler. Cennet sekiz kattır. Herkes dünyada iken kazandığı sevaba göre bu katlardan birinde yer alır. Cennette hissî ve bedenî nazların her türlüsü ve en mükemmelleri bulunduğu gibi ruhî nazların da her türlüsü ve en yüksek vasıflı olanları mevcuttur. Gerek cismânî ve maddî, gerekse ruhî ve manevî olsun bütün cennet nimetlerinden her zaman aynı haz ve zevk alınır. Bir bıkma, kanıksama ve usanma asla bahis konusu olmaz. Cennet nimetleri aralıksız ve süreksizdir, hiç kesintiye uğramaz.
Gerek cehennem azabı, gerek cennet nimetleri nasıldır bilinemez, bunların mahiyetlerini tam olarak kavramak mümkün değildir.
Onun için bunların neliğini ve nasıllığını araştırmamak icab eder. Allah Teâla cennette insanların görmedikleri, işitmedikleri, hatır ve hayâllerinden bile geçirmedikleri nimetler hazırlamıştır. Bunlara inanmak icab eder.
Cennetteki nimetlerin en değerlisi ve ruhî nazların en büyüğü yüce Allah'ın ve onun türlü türlü güzelliklerinin seyredilmesidir. Buna "rüyetüllah" (Allah'ı görme) denir. Cennete girenler, ayın ondördünde dolunayı gördükleri gibi, birbirini sıkıştırmadan ve görüş açılarını daraltmadan Allah'ı apaçık bir şekilde görürler. Ancak Allah'ın didarını ve cemâlini temaşa etmeleri de, bundan aldıkları haz da dereceleri ve olgunlukları ile orantılı olur. İlâhî güzelliğin tecellileri değişerek ve çeşitlenerek sonsuza dek devam eder. Buna bağlı olarak temaşa ve verdiği haz da ebediyetlere kadar sürüp gider.
Gerçek saadet cennette cemâl-ı bâ kemali ve didar-ı ilâhiyi temaşa etmektir. Hak âşıklarının ve dostlarının vuslat vakti, temaşa zamanıdır.